Öyle olduğu için de vekillerimizin kimileri paraşütle indiği için seçim bölgesini bile tam bilmez, kimileri de Aydın’da yerler, içerler, Afyon’da ya da Ankara’da çalar, oynarlar.

Dünyada belgegeçer, ardından internetin yaygınlaşmasıyla ticarette sınırların kalktığı, küreselleşmenin başlangıcı 1990’lı yıllarda Aydın Ovası’nın tarım havzası kalması kararlaştırılmıştı.

Globalleşme o zamana kadar ki büyük şehirler merkezli ticaret geleneğini de yıktı ve bu rekabette küçük Anadolu kentleri de ürettikleri tarımsal ve sanayi ürünleriyle içte ve dışta kendini göstermeye başladı.

Yeni dönemde Aydın diğer illere göre şanslıydı çünkü tarımda sahip olduğu ürün çeşitliliğiyle ve turizm alanındaki yeryüzü müzesini andıran her döneme ait zengin eserleriyle gerek iç gerek dış piyasalarla çok rahat rekabet edebilirdi.

Bu konuda tek yapması gereken ortak aklı devreye sokarak bu yönde üreteceği yeni politikalarla turizmi yılın tamamına yaymak ve marka ürünler yaratmada tarıma dayalı entegre sanayiyi teşvikle ürün çeşitliliğini artırmaktı.

Ama Aydın kalkınmanın zirvesindeymiş gibi bu şansını değerlendiremediği gibi ilerleyen süreçte aynı konumdaki illerin çok gerisinde kaldı ve gelişmişlikte 39,sıraya kadar düştü.

Bu gerilemeye birden fazla neden sayılabilir ancak en başta geleni bu konuda siyaset üretmedeki yetersizliktir. Diğer bir deyişle vasatın tekelinde siyasetin halktan kopması bireysel menfaatler için yapılıyor olmasıdır.

Çünkü eskilerin deyişiyle kem (kötü) alet ile kemalat (mükemmel iş) olmuyor.

Bu duruma siyasetin enerjisinin ideal hırstan bireysel hırsa evirilmesi de demek mümkündür.

Bir örnekle konuyu açayım:

Eşraftan olmayan yani zamanının dar gelirli bir köylü ailesinden çıkan bir politikacı olan Süleyman Demirel su mühendisliğini seçmesi ve siyasete girişi hakkında:

“Dünya kurulduğundan beri insanoğlu bir kaşığın peşinden gider”,tespitini yaptıktan sonra devam eder:”Benim hatırımdan hiç çıkmayan olay, kuruyan başak olayıdır.

Benim doğup büyüdüğüm Isparta’nın İslamköyü’nde, Toros dağlarının arasında küçücük bir ovamız vardır, bu ova baharda yemyeşildir.

Yeşil ümittir, halk bütün kış o yeşili bekler, mahsuller olsun, harman zamanı gelsin mahsulünü kaldırsın.

Kaldıracağı mahsulün yekûnu da o günün şartları içerisinde ancak kendi yiyeceğine, tohumuna, hayvanlarına yedireceğine yeter. İşte birkaç kuruş da çoluğuna, çocuğuna sarf etmeye yeter,

 Belki de oğlunu evlendirmeye, kızını gelin etmeye, çocuğunu sünnet ettirmeye yeter, ondan sonra gelecek seneye daralacaktır.

 Eğer mahsul olmazsa gerçekten hali perişandır, onu ben size tasvir edemem, anlatamam. Onun içinde ben yaşadım.

Yani beni mühendisliğe iten, su mühendisliğine iten, arkasından siyasete iten olayın kökünde kuruyan başak vardır.”(Tanıl Bora, Demirel, s.18)

Bu örnekle Süleyman Demirel gibi alanında bilge bir siyasetçiyi günümüzdekilerle karşılaştırmak olmadığını,amacın onu siyasete girmeye iten nedenin orijinal,yakıcı özelliğidir..

Demirel’in anlatmak istediği gayet açıktır.

Milletin özlemini çektiği can yakıcı bir ıstırabını dindirmek amacına yönelik, insanı siyasete iten bir ideali, bir rahatsızlığı olacak. Süleyman Demirel’in ideali su ve onunla hayat bulan kuru başağın verimidir.

Süleyman Demirel, yetiştiği devirdeki Anadolu insanının yaşam felsefesi yanında başakların olgunlaşmasını sağlayacak suyla da adeta konuşur ve onun felsefesini de yapar.

1949 yılında görevli gittiği ABD’de Arizona-Nevada sınırındaki Boulder Barajı’nı bir taşın üzerine oturarak üç gün seyreder ve der ki:

“Çölün ortasında büyük bir göl teşkil eden bu baraj o günkü bizim jenerasyonumuzun hayaline sığan bir şey değildi, duyardık, işitirdik ama ne biçim iştir bu diye hayalimize sığdırmakta güçlük çekerdik.”.(a.g.e. s.37)

Demirel aynı temaşayı Hirfanlı Barajı’nda da(Kırşehir)  yapar.

Devrinde birçok barajın yapımına öncülük eden Süleyman Demirel finali olan GAP Projesi ve Atatürk Barajı’yla Baulder Barajı’nı seyrederken kurduğu düşü. Türkiye’de de gerçekleştirdiği söylenebilir.

Bu tür kalıcı büyük hizmetler bir aşk ve ufuk meselesi olduğu kadar biraz da millete hizmeti bir vicdan borcu bilmekle, yapamadığında da bir utanma ve mahcubiyet hissine kapılmakla yakından ilgilidir.

Ancak bu duyguyu günümüz çoğu toplumdan kopuk, kendi çıkarı peşinde koşan siyasetçisinde bulmak mümkün değildir. Eskilerle yenilerin farkı da budur.

Menderes Bulvarı dışında başka yer tanımayan, partisi tarafından aday yapıldığı için ilk kez kenar mahalleli gören bir siyasetçi örnek, kuru başağı bilmez ki, neden olacağı çileyi anlayabilsin.

Tek geçim kaynağı yangında yanan ineğinin yasını tutan yaşlı kadının, ölü doğan buzağının acısıyla yanıp tutuşan sahibinin ıstırabını ahırda izi olmayan tuzu kuru milletvekili ne bilsin?

Bölgenin ürünü pamuğu tarlada, zeytini sofrada, inciri rafta gören bir siyasetçi onu yetiştirinceye ve pazara getirinceye kadar üreticinin ne zorluklarla mücadele ettiğini anlayabilir mi?

Tezgâhtaki pırasanın, ıspanağın, bamyanın pazara gelinceye kadarki serüvenini bilmeyen siyasetçi üreticinin halinden ne anlar?

Üretme ve yetiştirme konusunda pratik bilgisi olsa bile uygulamada yabancı, ömrü parayla uğraşmakla geçen bir milletvekili, adliyede dava peşinde koşan avukat çiftçinin derdini bilebilir mi?

Onlar Süleyman Demirel mi, bu işin felsefesini bilsin... Bilgisi olmayan vekil felsefesini nasıl yapsın?

Günümüz Aydın milletvekillerini siyasete iten nedenin öyle Süleyman Demirel gibi Anadolu insanının geçim kaynağı yeşil başak ve ona can verecek su da olması beklenmiyor.

Fakat kendilerine verilen vekâletin hakkını vermelerini, vermeyenlerin de utanmalarını beklemek kendilerine oy verenlerin en doğal hakkıdır.

Fakat devrin politikacıları bunu yapmak yerine yalanlarına gerçekmiş gibi önce kendilerini inandırmayı, sonrasında da vicdanen hiçbir rahatsızlık duymadan insanlara gerçekmiş gibi yutturmayı tercih ediyorlar.

Sonrası da bilinen bir şey:

Birinci öncelikleri kendi çıkar ve konforları, ikinci öncelikleri yakınları ve eş dostlarının işe yerleşmeleri veya bol maaşlı yerlere yer değiştirmeleri, üçüncü öncelikleri gelecek seçime yatırımdır.

Gerisi önemli değil.

Aydın’ın milli gelirden aldığı pay yıldan yıla azalıyor muş, kalkınması için tarıma dayalı entegre sanayinin teşviki gerekiyor muş, turizm bütün yıla yaygınlaştırılması gerekiyor muş ne hacet?

İşsizlik mi, günümüzde siyasetin beslendiği konuların en başında geliyor, CHP’nin elinde BŞB, Cumhur İttifakı’nın elinde üniversite var nasıl olsa, gerisi iş bulmasa da fark etmez.

Hem asgari ücret karşılığı çalışacak binlerce genç bulunabilir.Hem böylece bir taşla iki kuş birden vurulmuş olur, Aydın’da sanayici de ucuz işçi bulmakta zorlanmaz..

Üretici mi, onlar hallerinden kazansalar da zarar da etseler şikâyetçidirler. Seçim zamanı gelince oy vermekten geri kalmadıkları için pek ciddiye alınmasa da olur..

Ayrıca nasıl olsa düğün, dernek gezerek gönülleri alınabilir Aydın insanının...

Öyle olduğu için de vekillerimizin kimileri paraşütle indiği için seçim bölgesini tam bilmez, kimileri de Aydın’da yerler, içerler Afyon’da ya da Ankara’da çalar, oynarlar.

Yine de eksik olmasınlar, temennimiz odur ki, vekillerimiz sıhhatte olsunlar bakarsınız partiler belediye seçimlerinde aday bulmada zorlanırlar, kendilerini aday göstermek zorunda kalırlar!

Çöp Bidonu Uygarlığı’nın millete dayattığı bayramlar Makale: Çöp Bidonu Uygarlığı’nın millete dayattığı bayramlar