Ama yine de bir gerçek varsa o da, bir makam ne sarayın büyüklüğü ne makam odasının konforu ne de makam arabasının markası ve modelidir, eskilerin deyimiyle ölçü  “şerefü’l mekân bi’l mekin”  yani o makamı işgal edenin devlet adamına yakışan onurlu duruşudur.

Ziya Paşa Terkib-i Bentlerinden birinde:“Sirkat çoğalıp lafz-ı sadakat modalandı/ Namus tamam oldu hamiyet yeni çıktı,” der.

Günümüz Türkçesiyle: Hırsızlık çoğalıp sadakat moda haline geldi, namusu bitirdik yerine hamiyet yani vatan, millet edebiyatı yeni çıktı, demektir.

Son zamanlarda görevini hakkıyla yerine getireni ister siyasetçi ister bürokrat olsun rahatsız eden ama çoğunluğun siyasetçileri kastettiği bir safsata sıkça duyulur, oldu:

Çalıyorlar ama çalışıyorlar.

Nedir safsata, eski mantık kitaplarında yer alan bir örnek:

Nadir bulunan kıymetlidir,

Kör at da nadir bulunur,

O halde kör at da kıymetlidir.

Oysa kusurlar, hastalıklar, eksiklikler kıymet hükmünde değillerdir ve atı da değersiz yapan körlük kusurudur.

Bu tür safsataları eskilerden, cehaletleri açığa çıkar korkusuyla dillendiren pek çıkmazdı. Ziya Paşa’nın deyimiyle muhterislerin çoğalmasıyla “iş bu rivayet yeni çıktı.”.

Çalıyorlar ama çalışıyorlar söylemine safsatalık özelliğini kazandınsa hizmet aşkıyla yapılan siyaseti kirletmesinin ötesinde siyaseti kendi çıkarları için yapanların, kısa gün ticaretine alet edenlerin, nepotizme aracı yapanların kısaca her türlü hırsızlığı, istismarı yapan muhterislere legallik kazandırması, onları cesaretlendirmesidir.

Diğer bir deyişle çalıyorlar ama çalışıyorlar yargısı hırsızların harama dokunmalarına, yolsuzluklarına kılıf uydurmalarına kolaylık sağlamaktadır.

Ayrıca çalıyorlar ama çalışıyorlar söylemi siyaseti kirletmektedir ki, bu işe baş koyan bizim geleneğimizde maddi servet kaybını da, canından olmayı da ta işin başında göze alarak girer.

Çünkü Osmanlı’da siyaset etimolojik olarak idam edilmek anlamına da gelir. O nedenle millete hizmet etmek isteyen çıkarlarını değil kellesini ortaya koyardı.

Ve ister milletvekili ister belediye başkanı ister en alt kademede muhtarlık bile olsa millete hizmete talip olanlar maddi kayıplar yanında aile huzurundan bile fedakârlık yapmayı göze alarak görev üstlenirdi.

Zenginleşmek için siyaseti seçenlerse evvel yoktu, yeni çıktı.

Birkaç kez eski yazılarda verdiğim bir örnek olduğu için belki hatırlayanlarınız çıkacaktır.

Demokrat Parti ve ardılları Adalet Partisi ve Doğru Yol Partisi’nde milletvekilliği yanında başta Milli Eğitim olmak üzere çeşitli bakanlıklarda bulunan Ali Naili Erdem eski Hürriyet yazarlarından Hasan Pulur’ la bir röportajında:

“Biz siyasetten para kazanmadık. Aldığımız maaşı hemşerilerimizin yol ve hastane giderlerine harcardık. Hanımlarımız ömürlerini misafirlere yemek yapmakla, onların gömlek ve çoraplarını yıkamakla geçirdi,” diyecektir.

Günümüzde böyle siyasetçiyi bulabilmek ormanda iğne aramaya benzer. Bu harami bolluğunda bir de niye iki yakamız bir araya gelmiyor, diye yakınıyoruz.

Bu arada, yeri gelmişken 98 yaşındaki Ali Naili Erdem’in Ankara’da eski bir evde oturduğunu da kaydetmiş olalım.

Eğer siz toplum olarak çalıyorlar ama çalışıyorlar diyerek haksız kazanç ve rüşvetin kapısını aralarsanız buna yaslananların o kapıyı nerede durduracakları belli olmaz, sonuna kadar açabilirler.

O konuda insanın önündeki tek engel vicdanı ve ahlakıdır. Bazılarına göre siyasetin ahlakı da olmadığı düşünüldüğünde geriye yalnız insanın vicdanı kalıyor.

 O da ar ve utanma duygusunu yitiren muhteris için bir anlam ifade etmez, haram ve helal olduğuna bakmaz, dünyayı da ele geçirse doymaz, gözüne kestirdiği deveyi bile havuduyla yutmaya kalkışır.

Eğer bir toplumda kul hakkı gözetilmiyorsa, rüşvet almak toplumda kanıksanmışsa, hırsızlık yapmayan siyasetçi, bürokrat, saf muamelesi görüyor, horlanıyorsa, en önemlisi de bu suçu işleyenler kuldan utanmıyorlarsa o ülkenin iki yakası bir araya zor gelir.

Başı da darlıktan kurtulmaz.

Çalıyorlar ama çalışıyorlar söylemi kadar tehlikeli bir diğer safsata ise “itibardan tasarruf olmaz,” söylemidir.Ziya Paşa’nın deyimiyle “evvel yoktu,iş bu rivayet de yeni çıktı.”

Bu safsatayı benimseyenler genelde makam düşkünü kompleksli olanlardır.onlar  kapıda insan bekletmeyi, ulaşılmaz olmayı severler, Ne oldum, delisidirler, makam odalarının ve arabasının lüks ve konforuna düşkün olanlardır..

İsraf, haram kavramları onlar için itibar suikastından ibarettir.

Çünkü bu muhterislere göre makam odaları ne kadar genişse, konforu ne kadar iyiyse, makam arabalarının modeli ne kadar yüksekse itibarları da o kadar fazladır.

Gösterişli makam düşkününe bir örnek:

Sahabeden ahlaken üstünlükte Hz. Peygamber’in övgüsünü alan Ebu Zer çıktığı bir seyahatte yolu Şam’a düşer. Şam Valisi de Muaviye’dir ve döneminde yaptırdığı lüks bir sarayda oturmaktadır.

Ebu Zer’in kendini ziyaretinde Muaviye sarayı nasıl bulduğunu sorar. O verdiği cevapta:”Eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır, devletin parasıyla yaptırdıysan haramdır,” der.

Günümüze gelirsek  Ziya Paşa’nın hırsızlık çoğalıp sadakat moda haline geldi, namusu bitirdik, yerine hamiyet yani vatan, millet edebiyatı yeni çıktı,sözleri gerçek oldu.

Ama yine de bir gerçek varsa o da, bir makam ne sarayın büyüklüğü ne makam odasının konforu ne de makam arabasının markası ve modelidir, eskilerin deyimiyle ölçü  “şerefü’l mekân bi’l mekin”  yani o makamı işgal edenin devlet adamına yakışan onurlu duruşudur.

Hikâyesi kendisi olan siyasetçi Aydın’ın sırtında yüktür Makale: Hikâyesi kendisi olan siyasetçi Aydın’ın sırtında yüktür